12 Ağustos 2013 Pazartesi

PARA VAKIFLARI FİNANS YÖNETİM TEKNİKLERİ

Teori

Vakıf kelimesi, sözlük anlamı olarak “dur­durma, alıkoyma, ayırma, bağlama, bir malı veya mülkü -satılmamak kaydıyla- bir hayır işine bağışlama, bırakma” anlamlarına gelir.[1] Yine “bir hizmetin gelecekte yapılması için bir kimse tarafından belli koşullarla ve resmi bir yolla ayrılarak bırakılan, mülk ya da para” olarak ifade edilir.[2] Diğer bir tanımlama­da vakıf, bir mülkü kamunun menfaatine veya bir hayır işine te’bîden, yani devamlı olarak terk eylemek olarak da ifade edilmiştir. .[3]

Vakıf sistemi içerisinde gayrimenkuller, menkuller, haklar ve markalar yer alabilmektedir. Piyasada her türlü değer ifade eden varlıklar vakıf malı olabilir.

Osmanlı devletinin mali teşkilatı; merkezi maliye, tımar sistemi ve vakıflardan oluşur.[4]
Vakıflar Osmanlı ekonomik modelinde %40’lara varan bir ekonomik büyüklüğe sahiptir. Günümüzde devlet %50’nin üzerinde bir ekonomik büyüklüğü kontrol ederken, vakıfların ekonomik sistemde olduğu modelde vakıflar %40’lara varan ciddi bir ekonomik değeri kontrol etmekte ve yönetmekte idiler.

Vakıflar; han, hamam, cami, bedesten, kütüphane, medrese, üniversite, hastahane, çarşı, toplu veya bireysel imalat yerleri, köprü, altyapı, teknolojik yenilik ve kimsenin yatırım yapmayacağı toplumun geleceğine yönelik kamu yatırımlarına yapmakta idiler.

Para vakıfları, bir gayrimenkul malın değil de belirli bir paranın vakfedilmesiyle oluşan vakıf türleridir. Bu vakıflarda pa­ra, “mütevelli heyeti” olarak adlandırılan ilgili sorumlu kişiler tarafından işletilir, elde edilen kar, vakfın kuruluş amacına göre harcanır.[5]

Ebussud Efendi’ye göre para vakıfları ile ilgili yaklaşımlar şunlardır.
1-    “vakıf konusu olan malın, aynı baki kalarak (varlığını korumak şartıyla) kendisinden yararlanılan bir mal olması gerektiği” kuralıdır. Parada emsalinin sürekliliği, aynının sürekliliği gibi değerlendirilir. Vakfedilen para kredi kullananın zimmetinde ve müteşebbisin elinde bulunmakta, vakfa da misliyle iade edilmektedir. Dolayısıyla paranın emsalinin sürekliliğini koruması (meblağ olarak varlığını sürdürmesi) diğer vakıf mallarının aynının sürekliliğini koruması hükmündedir [6]
2-    Para vakfı konusunda teamül oluşması şarttır. Teamül oluştuğuna ve bu uygulamayla çatışan nass bulunmadığına göre, ilgili teamülü geçerli saymak gerekir.
3-    Örf (teamül) objektif ve gözlemlenebilir bir olgudur. Onun tespiti için ayrıca müçtehidin onayına gerek yoktur.
4-    vakfeden ve mütevellinin hakime gitmeleri; vakfedenin vakıf işleminden dönme talebinde bulunması, mütevellinin vakfın geçerli (sahih) ve bağlayıcı (lâzım) olduğunu ileri sürerek bu talebin reddini istemesi üzerine hakimin vakfın geçerli ve bağlayıcı olduğuna hükmetmesiyle para vakfı tescil edilmiş olur. Tescilin Züfer’in görüşüne dayandırılması durumunda ise öncelikle Züfer’in görüşüne dayanılarak vakfın geçerli olduğuna, ardından da Ebu Yusuf ve Muhammed’in görüşüne istinaden vakfın bağlayıcılığına ayrı ayrı hükmetmek gerekmektedir. Her iki hükümde birbirinden bağımsız kabul edildiği için bir konuda iki ayrı müçtehidin görüşlerini birleştirmek gibi olumsuz bir durum da (halt-ı mezahib) söz konusu değildir. Ebussuud Efendi’ye göre para vakfının geçerliliği ve bağlayıcılığı birbirinden bağımsız iki ayrı meseledir. Dolayısıyla hakimin her iki meselede farklı müçtehitlerin görüşlerine istinaden hüküm vermesinde bir sakınca yoktur. Hakim, maslahata binaen bu tür uygulamalar yapabilir.

Osmanlı dönemi ilk para vakfı örneklerine II. Murat, Fatih Sultan Meh­met dönemlerinde rastlanmaktadır. İs­tanbul Tahrir kayıtlarına göre en eski tarihli para vakfı H. 866 / M. 1461, İstan­bul Şer’i Mahkeme sicil kayıtlarına göre ise H. 888 / 1493′dür.[7] İstanbul’da Fatih’ten itibaren, 1456-1551 tarihleri arasında 1161 para vakfı kurul­muştur.[8]

Vakıflar; ticari aktiviteler için borç vermekte idiler. Özellikle “ana ölmez kar yarı” deyiminin çokça kullanıldığı ticari aktivitelere vakıflar için cevaz verilmişti. Bu gün finans kurumlarının bu modele yakın olarak uyguladıkları murabaha temelli finans modeli buna yakın olsa da, bu model daha çok Mudaraba yöntemi olarak algılanmaktadır.

Bu gün olduğu gibi geçmişte de finans sistemi ile uğraşanlar için en çok eleştiri alınan konu faiz (riba) olmutur. Çünkü bu vakıflar ellerindeki nakitleri belli bir oran üzerinden işletmektedirler. Dolayısıyla para vakıfları, başlangıçta, ellerindeki nakitleri ihtiyaç sahiplerine verirken, geri ödeme yapılacağı zaman % 10 – % 15 oranı arasında, anaparadan bağımsız bir ek getiri istemektedir. Hiç şüphesiz bu şekilde işletme tarza ahkamı şer-iye kuralları müvacehesinde olmakta idi.

Vakıf paraların işletilmesinde muamele-i şer’iyyenin yanında gayrimenkul ipotekli kredi olarak tanımlayabileceğimiz (bey’ bât, bey’ bi’l-vefâ ve bey’ li’l-istiğlâl) gibi işlemlerin de uygulandığı görülmektedir. Ayrıca, teorik tartışmalarda mudarabe (kar-zarar ortaklığı) usulünün de gündeme geldiği, ancak uygulamada tercih edilmediği anlaşılmaktadır. [9]

Para vakıflarının özellikle aynı yaşam ve faaliyet alanına sahip olan ve benzer risklere maruz kalan grupların fertleri arasında bir dayanışma ve sosyal güvenlik müessesesi olarak geliştirildiği görülmektedir. Aslında para vakıfları gayrimenkul vakıflara göre daha esnek ve hızlı işleyen bir oluşumdur.  Bu nedenle “avarız vakıf­ları“, “eytam sandıkları”, “orta sandıkları” ve “esnaf sandıkları” gibi oluşumlar, sos­yal güvenlik ve dayanışma çatısı altında oluşturulmuşlardır.


[1] DEVELİOĞLU Ferit, (1993), Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Ya­yınları, Ankara, s. 1134.
[2] Türkçe Sözlük, (1999), Dil Derneği yayınları, no:9, İkinci Baskı, Acar Matbaacılık, Ankara, s. 1307.
[3] ARMAĞAN Mustafa, (2006), Osmanlı: Bir vakıf Medeniyeti, Sivil Toplum Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 15, Temmuz / Eylül dönemi, http://www.siviltoplum.com.tr/?ynt=icerikdeta y&id=570 (07.02.2009).
[4] TABAKOĞLU Ahmet, (2002), Yenileşme Dö­nemi Osmanlı Ekonomisi, Genel Türk Tarihi 7, Ed. Hasan Celal Güzel, Prof.Dr. Ali Birinci, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 616.
 [5] ÇİZAKÇA Murat, (1993), Risk Sermayesi Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayını, Tartışmalı ilmi Toplantılar Dizisi, İlmi Neşriyat, İstanbul, s. 67.
[6] OKUR Kaşif Hamdi, (2005), Para Vakıfları Bağlamında Osmanlı Hukuk Düzeni Ve Ebussuud Efendinin Hukuk Anlayışı Üzerine Bazı Değerlendirmeler, Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2005/1-2, cilt: IV, sayı: 7-8, ss. 33-58.
 [7] KURT İsmail, (1996), Para Vakıfları, İslami İlimler Araştırma Vakfı, Ensar neşriyat, Tartış­malı İmli Toplantılar Dizisi: 23, İstanbul, s. 170.
[8] DÖNDÜREN Hamdi, (2008), Osmanlı Tari­hinde Bazı Faizsiz Kredi Uygulamaları ve Modern Türkiye’de Faizsiz Bankacılık Tecrübesi, Uludağ Üniversitesi, İlahiyat fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı:1, Bursa, s. 4.

[9] ÖZCAN Tahsin, (Ekim 2008), Osmanlı Toplumuna Özgü Bir Finansman Modeli; Para Vakıfları, MÜSİAD Çerçeve Dergisi, İstanbul s.126

Osmanlıda Para Vakıfları Üzerine Araştırma Alıntılar.


OSMANLI EKONOMİSİ VE VAKIF MÜESSESESİ

Osmanlı'nın ekonomik yapısı, adalet temeline ve önceki İslâm devletlerinden miras kalan ikta, tımar, mukataa gibi kurumların yanında fütüvvet, ahîlik gibi esnaf kurumlarının yan yana yer aldığı büyük bir birikime dayanmaktaydı (Tabakoğlu, 2005:118).

16. yüzyılda Osmanlı topraklarının % 20'si vakıf sistemi içerisinde yer almakta, vakıf gelirlerinin yaklaşık % 15'ini, devlet gelirlerinden alınan paylar oluşturmaktaydı. Bu dönemde vakıf gelirleri toplam kamu gelirleri içinde % 12'lik bir paya sahip bulunmaktaydı. Bu oranın ilerleyen zaman içerisinde % 20'lere kadar yükseldiği görülmüştür. (Tabakoğlu,2005:230).

19. yüzyılda tesis edilen vakıfların kurucularının % 42'si devlet adamlarından, % 16'sı ilmiye sınıfından, % 9'u tarikat erbabından, % 2'si zanaatkârlardan, % 11'i belirsiz mesleklerden, % 18'i ise kadınlardan oluşuyordu. Bu son kategorideki kurucular, din işleriyle vazifeli veya askerî sınıftan kişilerin eşleri veya kızlarıydı (Armağan,2006:169-171). 

a.    Para Vakıflarının Ekonomik ve Sosyal Hayata Katkıları

Vakfiyeler incelendiğinde vakfedilenler arasında gayrimenkuller olduğu gibi menkuller de bulunmaktadır. Vakfedilen bu menkulün kendi başına ebedîliği mümkün olmadığı için ve bu husustaki hukuki ihtilafa binaen menkullerin ve nukudun (vakfedilen paraların) gayrimenkulle beraber vakfedildiğini görüyoruz. Vakıflarda ebedilik, yani kalıcılık esastır. Bu bakımdan, vakıf kuran kimseler kurdukları bu vakfın ilelebet yaşaması için mali kaynak tahsis ediyordu.
Vakfedilen gayrimenkullerin bir kısmı doğrudan hizmet için kullanılmış bir kısmı ise kiraya verilmiş ve elde edilen kira geliri vakfın hizmetlerinde değerlendirilmiştir. Vakfedilen menkullerden eşyalar doğrudan hizmet için kullanılmış, vakfedilen paralar ise iş ortaklığı veya muamele-i şeriye usulüyle işletilerek elde edilen gelir vakfın hizmetlerinde değerlendirilmiştir. Vakfedilen paraların işletilmesinde anaparaya dokunulmamış, yani anapara muhafaza edilmiş, vakıf paranın ticaret yoluyla işletilmesi sonucu elde edilen kârdan ilgili vakfa belli bir yüzde pay verilmiş ve bu miktar vakfın giderlerine harcanmıştır.
Vakfedilen paraların işletilmesinden veya kiralardan elde edilen gelirler öncelikle vakfın gayesine uygun hizmetlerin gerçekleştirilmesinde değerlendiriliyor, sonra vakıf hizmetinde bulunanların ücretlerine harcanıyordu. Böylece vakıflar yoluyla hem hizmet erbabına istihdam sağlanıyor hem de ekonomik kriz dönemlerinde piyasalardaki sıkıntıların daha az zararla atlatılmasına katkıda bulunuluyordu. Dolayısıyla ekonomik istikrarda vakıfların rolü azımsanamayacak kadar etkiliydi. Hatta bu etkilerinden dolayı vakıfların piyasa krizlerinin emniyet sübabı olduğu söylenebilir.
Özellikle para vakıflarından ihtiyaç sahiplerine karz adı altında karşılıksız para verildiği gibi yine ihtiyaç sahiplerine idâne yoluyla rehin karşılığı borç para veriliyor ve bu yolla ihtiyaç kredisi kullandırılmış ve böylece insanların kredi ihtiyacı giderilmiş oluyordu. Para vakıflarının bu ihtiyacı karşılaması sebebiyle ihtiyaç sahiplerinin yüksek faizler vererek borç para alma zarureti ortadan kalkıyor ve bu yolla kredi piyasaları bir nizam ve intizama sokulmuş oluyordu. Şayet o dönemde para vakıflarından böyle bir kaynak sağlanmamış olsaydı insanlar çok yüksek bedeller ödeyerek faiz batağına düşeceklerdi. Bu ise sınırlı para arzına karşı para talebinin çok olması nedeniyle piyasada istikrarı bozmuş olacak, belli dönemlerde insanların maruz kaldığı tefecilik başını alıp gidecekti. Bu bakımdan para vakıflarının varlığı Osmanlı piyasa ekonomisinin istikrarında çok önemli bir rol oynamıştır. Diğer önemli bir husus da vakıflardan borç para alan kimselerin, bu paraları tekrar yatırıma döndürmek suretiyle ekonomik kalkınma ve istikrara da katkıda bulunmuş olmalarıdır. Şu hâlde para vakıflarını -tam bir benzerlik yoksa da- bugünkü manada bir kredi kurumu olarak değerlendirmek mümkündür.
Osmanlı döneminde eğitim, bayındırlık, sağlık hizmetleri ile dinî ve hayrî hizmetlerin büyük ekseriyeti para vakıfları tarafından finanse edilmiştir. Para vakıflarının diğer önemli bir fonksiyonu da sosyal güvenlik aracı olarak işlem görmeleridir. Mesela Yeniçeri Ocağı mensupları arasında Orta Sandığı adı altında birçok vakıf kurulmuş ve bu ocağa mensup insanlar arasındaki yardımlaşma ve sosyal güvenlik hizmetlerini yürütmüşlerdir.
Gerek savaş nedeniyle gerekse başka sebeplerle yetim kalan çocukların reşit oluncaya kadar mallarına ait hukukunu korumak üzere Eytam Sandıkları, çiftçiler arasında yardımlaşma için kurulan Memleket veya Menafi Sandıkları gibi kuruluşlar da para vakıflarına benzer şekilde çalışmışlardır. Köy, mahalle halkından vergilerini ödeyemeyecek durumda olanlara yardımda bulunmak, köy veya mahallenin ortak ihtiyaçlarını karşılamak, çalışamayacak durumda olanların ihtiyaçlarını gidermek, köy ve mahalle yollarının yapımı, bakımı, tamiri ile çeşme ve suyolları giderlerini karşılamak amacıyla Avarız Vakıfları (Arı, 2003; Bayartan, 2005: 93-107) kurulmuş ve bir hayli yaygın hâle gelmiştir. Günümüzde de benzer ihtiyaçların giderilmesi için pek çok dernek, vakıf veya oda kurulmuştur.
Kimsesiz, dul, öksüz ve borçlulara yardım etmek; talebelere elbise ve yemek vermek, divitlerine mürekkep koymak; hizmetçilerin kırdığı kâse ve bardak gibi kap kacağın bedelini ödemek ve böylece onları efendilerinin azarlamasından korumak üzere para vakıflarının kurulduğu bilinmektedir.

 Günümüz toplumlarının bir kısmı varlık içinde yüzerken bir kısım insanlar da güç şartlarda hayatlarını devam ettirme mücadelesi vermektedirler. Her toplumda fakir insanların bulunduğu gerçeğinden hareketle her millet kendi yapısına uygun şekilde fakirlikle mücadele etmeye çalışmaktadır. Osmanlı Devleti döneminde fakirlerin ihtiyaçlarının karşılanması için de paralar vakfedilmiş ve ihtiyaç sahiplerinin problemlerine çözümler üretilmiştir. Özellikle mahalle fakirlerinin ihtiyaçlarının karşılanması için paralar vakfedildiği gibi çeşitli esnaf mensuplarının fakirlerinin yeme, içme, giyim, yakacak gibi ihtiyaçlarının karşılanması için de paraların vakfedildiğini vakfiyelerden anlıyoruz. Gelir dağılımındaki dengesizlikler vakıf hizmetleri yoluyla asgariye indirilebilmiş, böylece ortaya çıkabilecek sosyal patlamaların da önü alınabilmiştir.

b.         Vakıflar ve kamu hizmetleri

Osmanlı devrinde imar ve iskân alanında vakıfların çok önemli rolleri olmuştur. Şehirlerin aldığı her türlü kamu hizmeti, sosyal yardım teşkilâtı, ilmî, dinî ve sosyal hayatın her türlü ihtiyacı hep vakıf müesseseleri yolu ile düzenlenmiş ve idare edilmiştir (Barkan,1942:279-387).

Vakıflar iki ana kaynaktan beslenmiştir. Bunlardan birincisi, devlet kaynaklarından yapılan tahsislerdir ki, bu şekilde kurulan vakıflar daha çok, başta padişahlar ve Osmanlı hanedan mensupları olmak üzere devlet adamları tarafından kurulan vakıflardır. Bu tür vakıfların temel özellikleri, devlet tarafından bürokratlarına tahsis edilen birtakım malî imkânların kurulan vakıflara aktarılması ve elde edilen gelirlerin vakfiyede belirtilen faaliyetler için kullanılmasıdır (Akgündüz,1988:424). Bu yolla vakıf kurma faaliyetinin devlet adamları arasında bir gelenek hâlini aldığı ve şehirlerin ihtiyaç duyduğu dinî, ilmî, sıhhî ve kültürel hizmetlerin bu yolla verildiği görülmektedir. Vakıf sisteminin ikinci kaynağını ise, Osmanlı hanedanı ve devlet ricali dışında kalan kesimin Allah'a yakınlık kastı ve devam edip giden bir hayır işleme (sadaka-i cariye) anlayışı ile kurdukları vakıflar oluşturmaktadır. Bu tür vakıfların, bütçeleri itibariyle küçük olsalar da, sayılarının çokluğu dikkate alındığında sosyal hayattaki yerleri ve önemleri daha iyi anlaşılır.

Bu iki kaynaktan devamlı olarak beslenerek büyüyen vakıf sistemi, belirtilen hizmetler için önemli bir finansman kaynağı oluşturmuş, Osmanlı Devleti'nde şehirlerin oluşmasında ve gelişmesinde, ülkenin sosyal ve ekonomik hayatında önemli bir rol oynamıştır. (Özcan,2008:124). 

Vakıflar vasıtasıyla oluşturulan finansman sistemi, kültür, eğitim, sağlık, altyapı, bayındırlık, dinî ve sosyal hizmetlerin görülmesinde önemli bir rol oynamış, ayrıca sosyal güvenlik ve hayır işleri gibi değişik alanlarda ihtiyaç duyulan altyapı ve finansmanın karşılanmasına da önemli katkıda bulunmuştur (Kazıcı,1985:83-86). Günümüz Türkiye'sinde eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ibadet ve bayındırlık faaliyetlerinin devlete yaklaşık 100 milyar TL'yi aşkın bir maliyeti vardır. Günümüzde devlet bütçesine önemli bir yük getiren bu hizmetler, Osmanlı'da vakıflar tarafından karşılanmaktaydı.

Osmanlı döneminde kullanılan para vakıfları, uygulandığı dönemde bölgesel ekonomik faaliyetlerin en önemli finansman araçlarından birisi olmuştur. Çünkü Osmanlı imparatorluğu topraklarında 18.yüzyılda başlayan sanayileşme hareketi, kredi ihtiyacını da beraberinde getirmiştir.

Bu dönemde piyasa mekanizmasından kaynaklanan ana sorun para bulunmamasından ziyade, paranın bölgeler arasındaki eşit olmayan dağılımıdır. Bunun temel nedeni ise sarrafların daha çok kazanç elde edebilmek amacıyla paranın normal işlevini gerçekleştirmesini engellemeleridir. (Biliotti, 1909: 104).

2-    Günümüzde Paraya ve Para Vakıflarına Duyulan İhtiyaç

Hepimizin malumu olduğu üzere günümüz iktisadi hayatında para ve finansman ihtiyacı had safhadadır. İnsanlar finansman ihtiyaçlarını bankalar, resmî kurumlar, özel finans kurumları veya faiz karşılığı para veren özel firmalardan belli nispetlerde bir fark ödeyerek karşılama yoluna gitmektedirler.
Bir taraftan yatırım sahibi firmalar kuracakları müesseseler için sermayeye ihtiyaç duyarken diğer taraftan parası olup da bunu işletme ihtiyacı duyan insanların sayısı her geçen gün artmaktadır. Birbirine muhtaç bu iki grubun müşterek çalışarak her iki tarafın da yararına olacak şekilde iş yapmaları mümkündür. Bu doğrultuda bugünlerde unutulmuş olan, oysaki sermaye temin etme yollarından biri olan para vakıflarının uygulamalarından faydalanılabilir ki bu konuda finans kurumları ileriye doğru bir adım atmış bulunmaktadır.

3-    Osmanlı Devleti Uygulamasında Para Vakıfları:

Vakıf, belli gayelerin gerçekleşmesi için menkul veya gayrimenkul malın kendisinin veya gelirinin bir hayır amacına tahsisidir. Vakfiye ise, vakfın kuruluş gayesini, vakfedilen malların dökümünü ve bunların işletilme şeklini, vakfın gelirlerinin sarf yerlerini gösteren ve yargıç kararıyla tescil edilen bir vesikadır. Osmanlı Devleti döneminde vakfiyeler, İslâm'a uygunluğu denetlenip, kadı siciline kaydedildikten sonra kesinleşirdi.

Vakıflarda "ebedilik" niteliği arandığı için, nakit paranın vakfedilip edilemeyeceği uzun süre tartışılmış, Şeyhu'l-İslâm Ebussuud Efendi'nin (v. 982/1574) "nakit para vakfında, malın cinsinin (mislin) devamı, kendisinin (aynın) devamı hükmündedir." fetvası ile para vakıflarının önü açılmıştır.

Osmanlılarda ilk bilinen para vakfı, Fatih Sultan Mehmed'in, geliri yeniçeri ocaklarına verilen etlerin sübvansiyonunda kullanılmak üzere vakfettiği 24.000 altın tutarındaki vakıftır.2 İstanbul'da Fatih'ten itibaren, 1456–1551 yılları arasında 1161 para vakfı vardı.

Yine İstanbul'un et ihtiyacı için Kanuni Sultan Süleyman kendinden önce bu maksatla tesis edilen para vakıflarını birleştirerek, 698 bin akçelik bir vakıf oluşturmuştu.

a.            Para Vakıflarında Toplanan Fonların İşletilmesinde Kullanılan Başlıca Yöntemler Şunlardır:

Karz (ödünç vermek), Mudarebe (emek-sermaye ortaklığı), Murabaha (vakıf para ile peşin mal alıp vadeli satmak yoluyla kâr elde etmek) ve Bidâa (vakıf parayı hayır amacıyla işletip kârın tamamını vakfa vermek). Bunlardan en çok kullanılan yöntem "Murabaha"dır.

Tarihî süreçte, para vakıflarından kredi kullanan kimi girişimciler, kervan ve gemilerle uzak ülkelere giden ve kârlı ticaret yapan büyük tüccarlardı. Bunlar elde ettikleri kârdan sermaye sahiplerine pay veriyorlardı.

15. yüzyıldan itibaren önemli bir finans kaynağı olan para vakıflarının, diğer vakıflar içindeki gelişme süreci şöyledir:

Para vakıfları Osmanlı'nın son dönemlerine kadar önemini korumuştur. Nitekim 18 ve 19. yüzyıllarda kurulan vakıflar üzerinde yapılan incelemelerden, 18. yüzyıl vakıflarının % 31,7'sinin, 19. yüzyıl vakıflarının ise % 56,8'inin para vakıfları olduğu tespit edilmiştir.

Vakıf paraların ekonomide bir istikrar unsuru olması, bunların vakıf mütevellileri tarafından standart ölçülerde işletilmesi ile yakından ilişkilidir. Şöyle ki:

İslâm kültüründe vakıflara, yetimlere ve kamuya ait bütün mal ve nakit para varlıkları rayiç piyasa fiyatları ölçü alınarak yönetilir. Bunların satımı veya kiraya verilmesi durumunda fâhiş gabin (aşırı aldanma) ölçüsünde ucuza verilmesi, satım veya kira akdini geçersiz kılar. Gerektiğinde bunları yöneten mütevelli, velî veya kayyım, ortaya çıkan zararı tazmin etmekle yükümlü olur.

İlk olarak Belh fakihlerinden Nusayr b. Yahya (v. 268/881), rayiç piyasa fiyatlarının dışına çıkmayı ifade eden "fâhiş gabin" ölçülerini, gayrimenkullerde % 20, hayvanlarda % 10 ve menkul mallarda % 5 olarak tespit etmiştir. Osmanlı Devleti piyasasında yüzyıllarca ölçü alınan bu miktarlar, 1876 tarihli Mecelle'nin 165. maddesi ile kanunlaştırılmıştır.

Osmanlı ekonomik yapısında hâkim olan bu fiyat standartlarının, para vakıflarının "Vakfiye"lerinde de standart ölçülere bağlandığı görülür.

Günümüz, faizsiz katılım bankaları büyük ölçüde Murabaha yöntemini kullandıkları ve klâsik bankaların faiz oranlarına yakın kâr payı verdikleri için, bu itham onlara da yapılmaktadır. Böyle bir ithama maruz kalmamak için onların Mudarebe ve risk sermayesi gibi daha kârlı alanlara yönelmesi beklenir. 

Osmanlı döneminde kamusal alan olarak ifade edilen birçok yatırım, para vakıfları kanalıyla finanse edilmiştir. Örneğin para vakıflarının gelirinden vakıf ve eğitim görevlilerine, din hizmetlerinde çalışanlara ve daha birçok kişiye maaş ödenmiş, bu kurumların değişik ihtiyaçları karşılanmış, öğrencilere burs verilmiş, mahallenin avarız vergisi ödenmiş ve sosyal yardımlar yapılmıştır (Koyunoğlu, 2008: 254). Bu finansal kaynağın sağlanmasında ihtiyaç sahibinin geri ödeme yapabilmesine ya da geri ödeme yapış biçimine göre bir takım sınıflamalar yapılmıştır.


                                          i.    Mudaraba: Kar ya da zarar ortaklığı biçiminde sermayenin isletilmesidir. Bu işlemde bir taraf emeğini koyarken (mudarib), diğer tarafta sermayesini koyuyor (Rabb-ul-mal). Sermaye koyan taraf bu çalışmadan da anlaşılacağı üzerine para vakfıdır. Bu işlemde mudarib’in mali kayba karsı her hangi bir sorumluluğu yoktur yani, zararı sadece kendi emeği ile sınırlı olacaktır. Ancak böyle bir işlemde para vakfı, yatırım yapmış olduğu sermayeyi kaybedebilecektir ki, bu durumda para vakıflarının ebediyeti durumunu tehlikeye düşürebilecektir. Bunun yanında mudaraba yolunda yatırım yapılan alanın denetlenmesi, kontrol edilmesi de zorunluluk arz ederken, hangi yatırımın avantajlı olacağının belirlenebilmesi için uzman personel ihtiyacı da doğacaktır. Dolayısıyla belki de para vakıflarının isletilmesinde mudaraba yolunun tercih edilmemesinin nedeni bu durumlar olabilir.
Kar sağlandığı durumda ise mudarib, sadece vakfa anaparayı ödememekte aynı zamanda daha önce yapılmış anlaşma koşullarına göre karın belirli bir yüzdesini ödemektedir. Karın geri kalanı ise mudarib’e ait olacaktır (Cizakca, 1993:19). Mudaraba sistemi, günümüz girişim sermayesi ya da risk sermayesi sisteminin ilk oluşumu olarak ifade edilebilir.

                                         ii.     Bidaa: “İbda bir kimsenin karı tamamen kendisine ait olmak üzere diğer kimseye sermaye vermesidir ki, sermaye (bidaa) veren kimseye ‘mubdi’ ve alan kimseye de ‘mustebdi’ denir” (Ozcan, 2003:74). Bu işlemde para vakfı, finansman isleyişini gerçekleştirirken, mülkiyeti de kendinde tutmaktadır. İsleten kimsenin bu isten her hangi bir çıkarı da olmamaktadır. Tek çıkar hayır işleminin olmasıdır. Dolayısıyla bu işlemin para vakıflarında genel kabul görmediği ve yaygınlık kazanmadığı belirtilmelidir.

Para vakıfları mudaraba ya da bidaa yolunu seçmişlerse, vakıf geri ödemelerin ne kadar olacağını önceden bilemez. Çünkü kar/sermaye oranı dönem dönem değişiklikler gösterecektir.
Borcun tamamı ödeninceye kadar, ipotekli mal üzerinde satıcı aslî, alıcı fer'î zilyed durumundadır. Bunun bir neticesi olarak, şart yerine gelmeden malda yapılacak temlikî her tasarruf geçersiz sayılır. Bu konuda kötü niyetli üçüncü kişilerin hakkı da korunmaz.

Tarihte doğu İslâm toplumlarında, faizsiz kredi temini için başvurulan "bey' bi'l-vefa" işlemi de, sözünü ettiğimiz bu ipotek çeşidine benzer ve fıkıhtaki "rehin" işleminden başka bir şey değildir. Bu yöntem, 15. milâdî yüzyıldan itibaren kullanılmış ve örf hâline gelmiştir.

Tarihte ilk olarak Şeyh Bedruddin Mahmud (v. 823/1420) Câmiu'l-Fusûleyn adlı eserinin 18. faslında, Necmuddin Ömer bin Muhammed en-Nesefi'nin Fetva'sından naklen şunları kaydeder: "Zamanımızda halkın faizden korunmak için yaygın olarak kullandıkları ve adına bey' bi'l-vefa dedikleri muamele, gerçekte rehinden (ipotek) başka bir şey değildir. Çünkü bu işlemde, alıcı mala mâlik olamaz ve mal sahibinin izni olmadan da ondan yararlanamaz. Maldan izinsiz yararlanır ve malı telef ederse tazmin etmesi gerekir. Eğer ipotekli mal telef olursa borç düşer. Bize göre bununla rehinin (ipotek) hükmü arasında hiçbir fark yoktur. Akdi yapanlar ona satış deseler bile bu, teamül (örf) hâline gelmiş rehindir ve burada maksat, alacağı teminat altına almaktır."

Bey' bi'l-vefa sözleşmesinde, alıcı akit süresince mala mâlik olamaz. Satıcı, süre dolmadan her an borcunu ödeyip malı geri isteyebilir. Ancak bu şekilde ipotekli bir malı, ne satıcı ne de alıcı diğerinin izni olmadıkça başkasına satamaz. Bu hak mirasçılara da geçer.

İslâm fıkhına göre, rehnedilen (ipotekli) bir maldan, sahibinin izni bulununca ipotek ettiren kimse yararlanabilir. Böyle bir yerde kendisi oturabilir, ticaret yapabilir ya da kiraya verip kira bedelini alabilir.

Mecelle'yi şerh eden Ali Haydar Efendi (v. 1355/1936) bu konuda şöyle der: Bey' bi'l-vefa yoluyla satılan bir gayrimenkulün gelirinden bir bölümü, alıcıya ait olmak üzere şart kılınsa, bu şarta uyulması gerekir. Çünkü Mecelle'nin 83. maddesinde, "İmkân ölçüsünde yasalara uygun bulunan (legal) şarta uymak gerekir." hükmü yer alır.

Son dönem İslâm bilginlerinden Ömer Nasuhi Bilmen'in konu ile ilgili tespiti şöyledir: İslâm bilginlerinin çoğunluğu, mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışı (bey' bi'l-vefa) rehin (ipotek) olarak kabul eder. Mal sahibinin izni olunca, alıcı malın gelirinden yararlanabilir.

Meselâ: Faizsiz yolla kredi sağlamak isteyen (A), aylık 1000 dolar kira geliri olan ve gerçek değeri 100 bin dolar bulunan bir gayrimenkulünü, bey' bi'l-vefa sözleşmesi yaparak, iki yıl süreyle, (B)'ye satsa, (B) iki yıllık süre içinde 24.000 dolar kira bedelini alabilir. (A), en geç vade sonunda 100.000 dolar borcu (B)'ye öderse, ipotek kalkar ve gayrimenkulünü geri alır. Eğer süre sonunda kredi geri ödenmezse, bu gayrimenkulün mülkiyeti kendiliğinden (B)'ye geçer.

Ancak (B)'nin bu ipotekli gayrimenkulden yararlanamama riski de vardır. Gayrimenkulün boş kalması, tarım arazilerinden ürün alınamaması gibi riskler bunlar arasında sayılabilir.

Yukarıdaki örnekte, (A), kendine ait ipotekli gayrimenkulü kullanmaya devam edecekse "kiracı" sıfatıyla yararlanır. Bu durumda (B)'ye rayiç fiyat üzerinden kira bedeli ödemesi gerekir. Fıkıhta bu son işleme "Bey' bi'l-istiğlâl" denilmiştir.

Bu duruma göre kredi alacaklısı, şart konulmuşsa, ipotekli yerden yararlanabilir. İpotekli yerin kira gelirini almak da yararlanma kapsamına girer.

Fakat bu muammeleler İmam Ebû Yusuf’a göre câizdir ve bunlar emr-ii hayra hizmet için yapıldığı ve ayrıca bir bey’ ve şira’ mahiyetinde bulunduğu cihetle memduhtur. Ribâdan kurtulmak için bir mahlas-i şer’îdir. Bunlar nef’î câlib bir ikrâz muamelesi değil, belki menfaatı celbeden birer bey’ meselesidir. Akitler başka başka mahiyetleri haiz olduğundan bir akdin meşrû olmamasından diğerinin de meşrû olamaması iktiza etmez. Vakıa karz-ı hasen, yani mukrize ait menfaatten ârî rızâ-yı ilâhiye müstenid bir karz muamelesi pek müstahsendir.

Bu vakıf paralarının nemâlandırılması, vakfın diğer gelir kaynaklarının işletilmesinde olduğu gibi bizzat vakıf kurucuları tarafından tanzim edilmiş hükümlere bağlıydı. Bu hususta her vakıf kurucusu vakfiyesinde aşağı yukarı aynı formülü tekrarlamakta idiler. Bu formül şöyle idi: “Rehn-i kâvi ve kefil-i melî yahut ikisinden biriyle onu onbir buçuk hesabı ile mu’âmele-i şer’iye ile bâ yed-i mütevellî ve her sene ‘alâ vechi’l–halâl istirbâh ve istiğlâl oluna”. Bu cümle basit olarak vakıf haline getirilmiş nakit paraların yüzde onbeşlik bir oranla faize verilerek vakıf için gelir temin edileceği anlamına gelmektedir. Fakat riba ya da faiz terimleri kullanılmak istenilmediğinden başka bir ifade tarzı tercih edilmiştir. Zira İslâm‘ın ribâyı yasaklamış olduğu bilinmektedir.

“Her ne olursa olusun, bu şer’î hileler sayesinde Osmanlı Devleti, yüzde onbeşi geçmeyen bir faiz haddini kânûnî telâkkî etmişti ve mahkemelerin bu türlü mu’amelelerle meşgûl olmasını kabul ediyordu. Netice itibarı  ile, vesikalarımızın da isbat ettiği gibi, yüzlerce kişi oldukça kabarık meblağları vakıf haline getirmişlerdir.
Böylece binlerce kişi de düşük faizle bu vakıf nakitlerinden istifade etmek imkânına kavuşmuşlardı. Nakit para olarak daha başlangıçta vakıf edilmiş bu sermeye diğer vakıf gayr-i menkûllerinin kiralanmasından hâsıl olan meblâğların mu’amele-i şer’iyye yoluyla gelir getirecek şekilde kullanılmalarını hükme bağlamışlardır.

Neşet Çağatay ise, vakıf paraların işletilmesiyle elde edilen %15’lik gelirin Kuran’da belirtilen faiz kavramının içine girmediğini bunun meşrû bir gelir olduğunu belirtirmiş, yılda %20’yi geçmeyen faizin, Arapçada, “menfaa” “faide” “nemâ” “faiz” “rıbh” Orducada ve Farsçada “sud” Türkçede ise “gelir” “kazanç” kelimeleri ile ifade edildiğini söylemiş ancak kendisi de bu fazlalık gelir için faiz tâbirini kullanmış bunu başka bir kelimeyle ifâde etmemiştir.
Diğer taraftan sultan ve büyük vezirlere ait vakıflardan ayrı olarak kaydedilmekte olan ve halk arasında yetişmiş kimseler tarafından kurulmuş olan “âmme” vakıflarında bilhassa 16. asrın ikinci yarısından itibaren eski tip han, hamam, ev, bağ ve bahçe gibi gayr-i menkûllerin tahsisi yerine daha ziyade nakit para bırakılmış olması dikkat çekmektedir.

XVIII. asır Türk vakıflarının toplam gelirlerinin yaklaşık %32’sinin vakfedilmiş nakit paralardan geldiği belirtilmiştir. Vakfiyeleri incelenen 330 vakıftan 94’ünün yani %28’inin gelir kaynaklarının ya sadece nakit paralardan veya nakit parayla birlikte diğer bazı gayr-i menkûllerden ibaret olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu nakit paraların 42.120,220 akçe gibi dönemine göre önemli bir yekün tuttuğunu belirtmek gerekir.
Zaman durmamıştır, dolayısıyla diğer vakıf akarlarının olduğu gibi, nakit para vakfı da Osmanlı Devleti tarihi boyunca gitgide yayılmaktan geri kalmamıştır.

Vakıf paraların “muamele-i şer’iyye” veya “hile-i şer’iyye” yoluyla istirbaha verilmesi, İslam tarihi boyunca zaman zaman hukukçular arasında sert münakaşalara sebep olmasına rağmen, ekonomik, sosyal ve siyasi zaruretler yüzünden, yaygın bir şekilde uygulanmasına ve yukarıda bahsedilen usulle işletilmesine devam edilmiştir. Para vakıflarının ihtiyacı olanları, daha yüksek faiz hadleriyle tefecilik yapanların elinden kurtarma ve onlara uygun şartlarla kredi sağlama gayesine yönelik olduğu söylenebilir.

“Kanaatimizce bu hal bize Bursa şehriyle civarı köylerinde bir kısım zenginlerin elinde mühim miktarda nakit paranın toplanmış olduğunu gösterdiği gibi, işlettirildiği takdirde, bu paraların %10-15 gibi zamanına göre çok ucuz bir faizle her zaman sağlam garantili müşteriler bulunmasının mümkün olacağını da isbat etmektedir.


                                        iii.    Murabaha: Vakıf elindeki sermayenin ya da paranın önceden belirlenmiş olan belli bir getiriyi sağlayacak bicimde isletilmesidir. Bu gelir riba, rıbh, faide gibi isimlerle açıklanır. Para vakıfları aslında sermaye ortaklığı biçimleri olan gerek mudaraba gerekse müşaraka gibi yöntemleri uygulamada çoğunlukla tercih etmedikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla daha çok kısa vadeli ve belli bir kira ya da önceden belirlenmiş bir getiri hedefli murabaha yolunu seçmektedirler. Uygulamada böyle bir durum olması nedeniyle, bu paraların isletilmesinde tefeciliğin (ribahorluk) önüne geçilebilmesi ve yüksek getiri oranlarının engellenebilmesi amacıyla bir takım sınırlamalar ve yasaklar getirilmiştir. Örneğin para vakıflarının ona on bir (%10) oranı üzerinden işlem görmesi istenmekte ve üzeri yasaklanmaktadır. (Ozcan, 2003: 59).

Yukarıda sıralanan kullanımlar dışında müşaraka olarak ifade edilen, girişimci ortaklıklar da vardır. Bu durumda girişimci mudaraba‘da olduğu gibi sadece emeğiyle değil, aynı zamanda sermayesi ile de katılmaktadır. Bunun karşılığında kar elde edildiği takdirde kar’dan daha büyük pay alınmakta, zarar edildiği takdirde ise, katkı yapılan sermaye oranında para vakfıyla zarara katlanılmaktadır.
Bunun dışında karz-ı hasen olarak ifade edilen, ihtiyaç sahiplerine karşılıksız borç verme ve vadesi sonunda sadece verilen borç miktarının geri alınmasını içeren finansman yöntemleri vardır. Bu yöntemde gerekirse borç ödeninceye kadar rehin ya da kefil de istenebilmektedir.
Para vakıflarının iki finans yönü olduğunu, yukarıda söylemiştik. Hatırlatmamız gerekirse bunlardan birincisi, sosyokulturel ihtiyaçların finansmanıdır. Daha açığı para vakfının, Çılkzade örneğimizde olduğu gibi, % 15 faizle kullandırılması para vakfının birinci finans yönüdür. Para vakfının ikinci finans yönü, vakıfın, yani parayı vakfedenin, para vakfıyla topluma verilen hizmetlerin finansını sağlamasıdır. Bu anlamda Cılkzade Mehmet Ağa, sözleşmede, ilk olarak vakıf çalışanlarının ücretlerini belirlemiş ve finansını sağlamıştır.
Sözleşmeye göre vakıf paranın isletilmesinden, vakıf islerini yürüten ve denetleyene günlük 10’ardan 20 para tahsis etmiştir. İki caminin aydınlatma (mum alınması) masraflarını üstlenmiş, odaya gelip kalan misafirlerin masraflarını günlük 5 kuruşla finansını sağlamıştır. Ayrıca merkez camide verilecek din hizmeti (her gün öğle vakti Kuran okunması) için günlük 20 para tahsis etmiştir. Cami aydınlatmaları hariç, Cılkzade Mehmet Ağa’nın günlük finansman için belirlediği para, 45 paradır. Bunlara ilaveten Cılkzade, odasının bakım ve tamirinin finansmanını da sözleşmesine ilave etmiştir.
Sözleşmede belirlenen mütevelli, önce vakıf kendisidir yani Cılkzade Mehmet Ağa’dır. Onun ölümüyle erkek çocukları sırasıyla mütevelli olacaktır. Mehmet Ağa bunu, “Öldüğümde bu vakıf görevi (tevliyet)ve nezareti, erkek evladım mutasarrıf ola” seklinde belirtmiştir. Erkek çocuğu kalmadığında vakfın mütevelliliği kız evladına geçecektir. Kız evladı da kalmadığında ise vakfın mütevelliliğini “ilce kadı”ları yürütecektir.
Sözleşmede belirlenen diğer bir husus, vakfedilen malların nasıl kullanılacağıdır.
Odanın müştemilatı içersinde yer alan sini, tava, kahve takımı, yatak, döşek, vb vakıf olan odada, verilecek oda hizmetinde kullanılacaktır. Bakır kazanlar, adet üzere kiraya verilecek, alınan kira parası, vakıf para yöntemiyle kullandırılacak (istirah), vakıf hizmetlerinin finansmanı sağlandıktan, vakfın bir yıllık muhasebesi yapıldıktan sonra, kalanı vakıf anaparaya ilave edilecektir. Vakıf sözleşmesinde, onu on bir bucuk hesabı ile (% 15) eldeki paraların kullandırılması ve bu kullanım sonrası geri ödemelerde her hangi bir sıkıntı olmaması için rehin ya da güçlü kefil istenmesi gerektiği de belirtilmiştir. Paraların kullandırılmasından önce, sözleşmede faizin belirlenmiş olması, para vakfında kullanılacak fon turunun murabaha anlamına geldiğini göstermektedir.

4-     Tahvil ve Sukuk Yoluyla Finansman
a.    Tahvil ve Mukarada Tahvili

Beşerî hukukta tahvilin tanımı şöyle yapılmıştır: Anonim şirketlerin ödünç para bulmak için itibari kıymetleri eşit ve ibareleri aynı olmak üzere çıkardıkları borç senetlerine "tahvil" denir.

Devlet tahvilleri, hazine bonoları gibi kamu tüzel (hükmî) kişileri tarafından çıkarılan tahvillerle, Anonim şirketlerce çıkarılan tahviller, menkul kıymetler grubuna dâhil kıymetli evraktan sayılmıştır. Hattâ açık bir hüküm bulunmamakla birlikte, sermayesi paylara bölünmüş Komandit Şirketlerin de tahvil çıkarabilecekleri savunulmuştur.

İslâm'ın yayıldığı ilk dönemlerde, Hicaz yöresi denilen Mekke ve Medine toplumları emek-sermaye ortaklığına Mukarada veya Kıraz terimini kullanırlardı. Irak yöresi ise, bu ortaklık için Mudarebe terimini kullanmıştır. Buna göre, emek-sermaye ortaklığı (Mudarebe) esasları çerçevesinde çıkarılacak faizsiz tahvile "Mukarada" veya "Mudarebe tahvili" diyebiliriz.

Mukarada veya mudarebe tahvili ilk olarak Türkiye mevzuatına Albaraka Türk A.Ş.'nin 12.11.1984 tarihli ilk Ana Sözleşmesi ile girmiştir.27 Adı geçen Ana Sözleşme'nin 11. maddesine göre; ilgili kanun, tüzük, kararname ve tebliğlerce müsaade edildiğinde ve ilgili mercilerden izin alınarak on yıla kadar süreli mukarada tahvilleri çıkarılabilecektir. Ancak mukarada tahvili Türkiye'de uygulama alanı bulamamış ve Albaraka Türk Finans Kurumu, bu tahvil çeşidini, yeni Ana Sözleşmesi'ne almamıştır.

b.    Sukuk uygulaması

Günümüz bazı dünya piyasalarında Mukarada tahvili yerine bir çeşit gelir ortaklığı senedi veya çeki sayılan "sukuk" belgeleri kullanılmaktadır. Arapçada sakk (çoğulu sukuk) olarak kullanılan Farsça çek kelimesi, aslî şekil ve anlamıyla bugün batı dillerinde yaşamaktadır. Hz. Ömer devrinde de varlığı bilinen çek keşidesi beytülmale ve daha çok cihbizlere yapılabiliyordu. Ancak Hz. Ömer'in, kıtlık yıllarında vurgunculuğa yol açmaması için, beytülmalden gıda maddesi alımını sağlayan sakk (çek) belgelerinin el değiştirmesini yasakladığı belirtilir.

Günümüz sukuku (çekleri) geçmişte kullanılan bu sukuktan farklıdır. Günümüzde Mudarebe, Muşareke, İcâre hatta İstisna' sözleşmelerine dayalı "kâr veya gelir ortaklığı senedi" diyebileceğimiz bu belgeler dünya borsalarında yerini almış bulunmaktadır. Sukuk veya faizsiz menkul kıymet kullanımı son yıllarda oldukça yaygınlaşmıştır.

Bir sukuk bono ihraç edebilmek için borçlunun önce bir varlık sahibi olması gerekiyor. Bu varlığa istinaden ihraç gerçekleşiyor. Meselâ, ilk uygulamanın hayata geçtiği Malezya'da, Federal Malezya Arsa Ofisi'nin elindeki arsalar, kurulan bir kamu varlık şirketine satılmış, arsalar daha sonra Malezya hazinesine kiralanarak kira geliri kontratları oluşturulmuştur.

Bu kira gelirlerine dayalı olarak ihraç edilen sukuk bonolarla da menkul kıymetleştirme yapılmıştır.

Sukuk genel olarak İslâmî prensiplere uygun (faizsiz) tahvil olarak tanımlanır. En basit şekliyle sukuk bir varlığa sahip olmayı veya ondan yararlanma hakkını gösterir. Sukukta yer alan hak-iddia sadece nakit akışı hakkı değil aynı zamanda mülkiyet hakkıdır. Bu, sukuku geleneksel bonolardan ayırır. Geleneksel bonolar faiz taşıyan menkul kıymetlerden oluşurken, sukuklar temel olarak varlık sepetinde sahiplik hakkından oluşan yatırım sertifikalarıdır.30

Sonuç olarak İslâm nakit para kaynaklarının, sadece üretimde ve mal alım satımında mübadele aracı olarak kullanılmasını hedeflemiştir. Bu, aynı zamanda para gücünün doğrudan reel ekonomide kullanımını gerektirir.

Günümüz ekonomik gerçeklerine göre yeterli sermayenin ve iş bilgisinin olmaması sebebiyle kepenkler açılıp kapanmakta, ehil olmayan insanların elindeki sermaye de böylece kimseye bir fayda sağlamadan yok olup gitmektedir. Bu tür sorunlara ancak geçmişte yaşanan olayları ve var olan kurumları bilmek, araştırmak, incelemek, öğrenmek ve uygulamaları da buna göre yapmakla çare bulunabilir. Keşfedilen yolu bir kere daha keşfetmek için bedel ödemeye gerek yoktur. O hâlde geçmişte yaşanan uygulamalar ve yaşanan tecrübelerden hareketle sermayemize ve yatırımlarımıza yön vermemiz gerekmektedir.
Para vakıflarının günümüz şartlarına göre yeniden kurulup kurulamayacağı meselesi ise tamamen kanuni düzenlemelere bağlıdır. Arzu edildiği takdirde tarihî vesikalardan hareketle böyle bir yola elbette gidilebilir. Zaten Vakıfbank’ın Para Vakıfları İdaresi ile ilgili eski düzenlemeleri mevcuttur. Bu vesikalardan hareketle de konu güncellenebilir.
Şurası bir gerçek ki Osmanlı dönemi para vakıfları modelini bugün aynen uygulamak elbette mümkün değildir. Ancak geçmiş ve yaşanmış modelden istifade edilebilir. Ayrıca mevcut vakıf, dernek vesair sivil toplum kuruluşlarının tüzüklerinde veya özel finans kurumlarının ana sözleşmelerinde yapılacak değişikliklerle de para vakıflarının verdiği hizmetler pekâlâ gerçekleştirilebilir.
Vakıflarımızın geçmişte gerçekleştirdiği olumlu işlere bugün de ihtiyaç bulunmaktadır, bu ihtiyacı giderme konusunda günümüz vakıf yöneticilerinin, sivil toplum temsilcilerinin gayret göstermesi gerekmektedir.

5-    Genel Değerlendirme ve Sonuçlar

Bu çalışmada Osmanlı donemi sosyokulturel ve ekonomik yasamın en önemlioluşumlarından birisi olan vakıflar ve bu vakıflardan para vakıfları finansal acıdan ele alınmıştır. İslam tarihi uygulamalarında vakıflar önemli bir yer işgal ederken, para vakıflarına ilişkin ilk örnekler, özellikle Osmanlı döneminde yoğun olarak karsımıza çıkmaktadır. Uygulandığı donemde gerek seyhulislamlar arasında, gerekse üst düzey yöneticiler arasında, para vakıflarının uygulanma biçimine yönelik tam bir fikir birliğinin sağlandığını söylemek, çok doğru olmayacaktır. Ancak günümüz özel finans kurumlarının isleyiş sistemine çok yakın bir bicimde faaliyet gösteren bu vakıflar, aslında Osmanlı donemi ekonomik ve finansal ihtiyaçların giderilmesinde bir banka gibi faaliyet göstermişlerdir.
Çalışmanın ilk üç bölümünde, para vakıflarının teorik olarak alt yapısı oluşturulmuş ve finansal sistem içerisindeki kullanım alternatifleri değerlendirilmiştir.
Osmanlı döneminde yapılan tartışmalara ve bu tartışmaların felsefi boyutuna girilmemiş, başka bir çalışmada daha ayrıntılı bir bicimde bu tartışmaların islenmesinin daha doğru olacağı düşünülmüştür. Aksi takdirde çalışma amacının ve kapsamının dışına çıkabilecektir. Çalışmanın son bölümünde Afyonkarahisar ili, Bolvadin ilçesinde H. 19 Saban 1288/23 Kanunuevvel 1871 yılında faaliyet göstermiş olan, Cılkzade Mehmet Ağa Odası para vakfı örneğinin orijinali, transkripsiyonu ve Türkçe özeti hazırlanmış; kurulusu, isleyişi ve finansal acıdan uygulaması ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler neticesinde, vakfiyenin, her hangi bir tartışma götürmeyecek bir bicimde hazırlandığı, isleyiş ve devam acısından tüm ayrıntıların vakfiyede gösterildiği saptanmıştır. Bunun yanında para vakıflarının borç vermede kullandıkları “muamele-i ser’iyye” metodunun, “murabaha hedefli” bir finansal fon kullandırdığı görülmektedir.
Çünkü uygulamada verilecek fon miktarı önceden belirlenen bir faiz oranından (%15) kullanıcılara sunulmakta ve geri ödemede belirlenen oran üzerinden ödemenin yapılması istenmektedir. Bu uygulamalar kendi donemi tartışmalarının da ana nedenlerini oluşturmuştur.
Aslında mudaraba ya da müşaraka tarzında uygulamalar İslami finans sistemi içerisinde istenen ve üzerinde her hangi bir tartışma olmayan finansal fon kullandırma alternatifleridir. Ancak para vakıflarının kalıcılığını (ebediyet) sağlama düşüncesi, isleyiş ve kontrol sisteminin zayıflığı ve fonun karlı yatırım alanlarına yönlendirilmesini sağlayacak yetişmiş elemanın bulunmaması gibi nedenlerle bu tarz finansal fon kullandırma alternatiflerinin kullanılamadığını düşünmekteyiz. Dolayısıyla daha net ve somut bir sonuç doğuran murabaha alternatifi, para vakıflarının finansal acıdan isleyiş sisteminin temelini oluşturmuştur.
Sonuç olarak Osmanlı donemi para vakıfları, açıklamalardan ve uygulama örneğinden de anlaşılacağı üzere, öncelikle belirli bir nakdin/sermayenin kalıcı hale gelmesini sağlamakta, takiben yerel/bölge halkının likidite ihtiyacının karşılanmasında önemli roller üstlendiği görülmektedir.
Aslında bu vakıflar, yerel/bölgesel kalkınma girişimlerinin finansmanında da kullanılabilecektir. Ancak bu vakıfların isleyiş sistemi olarak daha çok murabaha yolunu tercih ettikleri, bu durumun da İslam hukuku kurallarına göre bir takım çelişkiler doğurduğu ve kısmen de olsa hedef-sonuç karmaşasına neden olduğu aşikârdır. Çünkü vakıf paraların kalıcılığını sağlamak adına murabaha yönteminin tercih edilmesi, bu paraların farklı girişimlerin finansmanı için kullanılmasını önlemiştir. Başka bir ifadeyle bu vakıflar, bir girişim sermayesi finansmanı biçiminde ya da küçük ev atölyelerinin ve girişimcilerin sermaye gereksinimlerini finanse edecek tarzda yapısal bir değişimi sağlayamadığı ve bu nedenle de zaman içerisinde etkinliklerini yitirdikleri belirtilmelidir.


KAYNAKÇA
-         Özcan, Tahsin, (2008), Osmanlı Toplumuna Özgü Bir Finansman Modeli: Para Vakıfları. Çerçeve, Sayı: Ekim.
-         - Akgündüz, Ahmet, (1988), İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, TTK, Basımevi, Ankara.
-         Armağan, Mustafa, (2006), Osmanlı, Bir Vakıf Medeniyeti. Sivil Toplum Düşünce ve Araştırma Dergisi, Sayı 15, İstanbul.
-         Barkan, Ömer Lütfi, (1942), "Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler", Vakıflar Dergisi, Sayı: 2, sf: 279-386.
-         Berki, Ali Himmet, (1962), "Vakıf Kuran İlk Osmanlı Padişahı". Vakıflar Dergisi, Sayı: 5, sf:127-129.
-         İpşirli, Mehmet, (2006), Osmanlıda Vakıfların Tarihi Gelişimi. Sivil Toplum Düşünce ve Araştırma Dergisi, Sayı: 15.
-         Kazıcı, Ziya, (1985), İslâmi ve Sosyal Açıdan Vakıflar, Marifet Yayınları, İstanbul.
-         Kazıcı, Ziya, (2006), Vakıf Medeniyeti. Sivil Toplum Düşünce ve Araştırma Dergisi, Sayı: 15.
-         Manap, Yusuf, (1991), İslâm ve Türk Vakıf Anlayışının Sosyal Temelleri. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Üniversitesi. İstanbul.
-         Öztürk, Nazif, (1983), Menşei ve Tarihi Gelişimi Açısından Vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü. Ankara.
-         Tabakoğlu, Ahmet, (2005), Türk İktisat Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul.
-         Ömer Hilmi, Ahkâmü'l-Evkâf, İstanbul 1307/1889; Özcan, Tahsin, Osmanlı Para Vakıfları Kanuni Dönemi Üsküdar Örneği, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2003.
-         Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, 1/254.
-         Barkan-Ayverdi, 1970. İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri, (H. 953/M. 1546)
-         Altınay, A. Refik, 16. Asır İstanbul Hayatı, İstanbul 1935, s. 87.
-         İnalcık, Halil, The Otoman Empire, The Classial Age 1300-1600, London 1673, s. 162, 319.
-         Barkan-Meriçli, Hudavendigar Livası Tahrir Defteri, 1/5; Döndüren, Hamdi, Günümüzde Vakıf Meseleleri, İstanbul 1998, s. 97.
-         Yediyıldız, Bahaeddin, "18. Asır Türk Vakıflarının İktisadî Boyutu" V.D., 18, 5-41; Öztürk, Nazif, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, TDV Yayını, Ankara 1995, s. 138.
-         Tabakoğlu, Ahmet, "İslâm Dünyasında Para ve Bankacılık Tecrübesi", İslâm Dünyasında Para ve Bankacılık Tecrübesi, Albaraka Türk Yayını-17, İstanbul 2000, s.153.
-         Tabakoğlu, Ahmet, "Osmanlı İktisat Tarihinde Enflasyon Meselesi (1300-1750)", M.Ü.İ ve İ.B.F. Der., Sy. 2, İst. 1985, s. 245. Bir başka hesaba göre 1326-1755 arasında 429 yılda akçenin değer kaybı %91.3, yıllık ortalama değer kaybı yine %0.2'dir.
-         Ali Haydar, Duraru'l-Hukkâm, İstanbul 1330 H., 1/165-166.
-         Barkan-Meriçli, a.g.e., 1/129 vd.; Murat Çizakça, Para Vakıfları, İst. 1993, s. 69.
-         Ekemen, Nafiz Zeki, Mülkiyeti Muhafaza Mukavelesi, İst. Barosu Mec., 1964, s. 339 vd.
-         Haydar, a.g.e., 1/666, 667; Mecelle, Madde, 396, 398.
-         Bilmen, Ö. Nasuhi, Hukuk-ı İslâmiyye Kamusu, İst. 1967, VI, 127, 128.
-         Ali Haydar, a.g.e., 1/664, 655, 666; Mecelle, Madde, 119, 397. krş. İbn Rüşd, Bidâye, Mısır, t.y., 2/123, 124; Bilmen, a.g.e., 6/47, 48.
-         Poroy, Reha, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, İst. 1971, s. 7; Türk TK. 476/2.
-         Serahsî, Mebsût, 2. baskı, Beyrut, ts. s. 17/18; Kâsânî, Bedâiu's-Sanâyi', Beyrut, 1394/1984, 6/80; Bâcî, Müntekâ, Beyrut 1403/1983, 5/149, 150.
-         İnfomag Der. sy. 2007/1, Yıl: 7, Ekonomi sayfası; Milliyet Gazetesi, 19 Eylül 2007 sayısı.

-         Arı, S. (2003). Osmanlı mahallesinde sosyal dayanışma örneği: Avarız vakıfları.http://nedir.antoloji.com/avariz-vakiflari/ adresinden 03 Temmuz 2006 tarihinde edinilmiştir.
-         Aybakan, B. (2005). Muâmele. TDV İslam ansiklopedisi içinde (c. 30, ss. 319-320). İstanbul: TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi.
-         Barkan, Ö. L. (1966). Edirne Askerî Kassamı’na ait tereke defterleri. Belgeler, 3 (ss. 5-6)
-         Barkan, Ö. L. & Ayverdi, E. H. (1970). 953/1546 tarihli İstanbul vakıfları tahrir defteri. İstanbul: Kubbealtı Enstitüsü Yayınları.
-         Bayartan, M. (2005). Osmanlı şehrinde bir idarî birim: Mahalle. Coğrafya Dergisi, 13, (ss. 93-107).
-         Çiller, T. & Çizakça, M. (1989). Türk finans kesiminde sorunlar ve reform önerileri. İstanbul: İstanbul Sanayi Odası Yayınları.
-         Çizakça, M. (1993). Risk sermayesi, özel finans kurumları ve para vakıfları. İstanbul:Ensar Neşriyat.
-         Çizakça, M. (1999). İslam dünyasında ve Batı’da iş ortaklıkları tarihi. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
-         D’Ohsson, M. (t.y.). 18. yüzyıl Türkiye’sinde örf ve âdetler. İstanbul: Tercüman Yayınları.
-         İç işleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı İstanbul İl Dernekler Müdürlüğü. (2005). Tanıtım broşürü. İstanbul.
-         Kurt, İ. (1996a). Para vakıfları, nazariyat ve tatbikat. İstanbul: Ensar Yayınları.
-         AKDEMİR M.Sadık, (2007), Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığı Altında XIX. Yüzyıl Burdur Vakıfları, Review of the Faculty Divinity, University of Suleyman Demirel, 2007/1, number:18, Isparta.
-         ARMAĞAN Mustafa, (2006), Osmanlı: Bir vakıf Medeniyeti, Sivil Toplum Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 15, Temmuz / Eylül dönemi, http://www.siviltoplum.com.tr/?ynt=icerikdetay&id=570(07.02.2009).
-         BILIOTTI Adrien Pierre Marie, (1909), La Banque Imperiale Ottomane, Paris.
-         CİZAKCA Murat, (1993), Risk Sermayesi Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayını, Tartışmalı ilmi Toplantılar Dizisi, İlmi Neşriyat, İstanbul.
-         DEVELİOĞLU Ferit, (1993), Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara.
-         DONDUREN Hamdi, (2008), Osmanlı Tarihinde Bazı Faizsiz Kredi Uygulamaları ve Modern Türkiye’de Faizsiz Bankacılık Tecrübesi, Uludağ Üniversitesi, ilahiyat fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı:1, Bursa.
-         - KAZICI Ziya, (2007), Vakıflar ve Anadolu’da İslamiyet’in Yayılmasındaki Hizmetleri, Uluslar arası Türk Dünyasının İslamiyet’e Katkıları Sempozyumu, Isparta.
-         KELES Hamza, (2001), Osmanlılarda 19. Yüzyıldaki Para Vakıflarının isleyiş Tarzı ve iktisadi Sonuçları Üzerine Bir Çalışma, G.U. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt: 21, Sayı 1, Ankara.
-         KOYUNOĞLU H. Hüsnü, (2008), Para Vakıfları: Muhasebe Defterlerine Gore 17. Yüzyıl İstanbul Uygulaması, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VIII., Sayı: 1.
-         KURT İsmail, (1996), Para Vakıfları, İslami İlimler Araştırma Vakfı, Ensar neşriyat, Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi: 23, İstanbul.
-          OZCAN Tahsin (2008), Osmanlı Toplumuna Özgü Bir Finansman Modeli: Para Vakıfları, Çerçeve, İslam Ülkeleri Arasında Ekonomik İşbirliği Dosyası, İstanbul.
-         OZCAN Tahsin, (2003), Osmanlı Para Vakıfları “Kanuni Donemi Üsküdar Örneği”, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi, Sayı: 199, Ankara.
-         OZTURK Nazif, (1995), XIX. Asır Osmanlı Yönetiminde Yaşanan Batılılaşma Hareketlerinin Vakıflar Üzerindeki Etkileri, İslami Araştırmalar Dergisi, VIII/1.
-         TABAKOĞLU Ahmet, (2002), Yenileşme Donemi Osmanlı Ekonomisi, Genel Türk Tarihi 7, Ed. Hasan Celal Güzel, Prof. Dr. Ali Birinci, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.
-         ARŞİV VESİKALARI
o   Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’inde (VGMA) Bulunan Vakfiyeler
o   Abdullah Efendizâde Ali Vakfiyesi. VGMA: Defter no:588, s.175.
o   Salih Ağa Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 589, s. 215.
o   Hancı Ali Ağa bin Haşim Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 589, s. 216.
o   Hüseyin Ağa bin Hasan Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 592, s. 181.
o   Mehmed bin Koca Hüseyin Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 586, s. 9.
o   Ömer bin Mustafa Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 589, s. 260.
o   Mustafa Ağa bin Süleyman Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 589, s. 258.
o   Kurd Ahmed Ağa bin İbrahim Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 588, s. 85.
o   Çerkes Hacı Salih bin İsmail Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 590, s. 29.
o   Mehmed Ağa bin Ahmed Vakfiyesi. VGMA: Defter no:586, s. 232.
o   Hüseyin bin Ali Ağa Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 588, s. 220.
o   Mihaliç Kazası Kaymakamı İzzetlü Ahmed Vacid Bey bin İbrahim Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 590, s. 8.
o   Şerif Ağa bin Hüseyin Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 590, s. 263.
o   Hacı Emine Hanım Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 590, s. 129,
o   İsmail Efendi bin Mehmed Emin Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 591, s. 78.
o   Mustafa Nuri Paşa Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 591, s. 261.
o   Musa bin Abdullah Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 591, s. 103.
o   Kara Mehmed bin Ahmed Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 600, s. 185.

o   Ramazan Ağa bin Kerim Vakfiyesi. VGMA: Defter no: 595, s. 134.